1975 yılında bastıkları Bursa topraklarında, yüzlerce filiz yetiştirdi onlar. Bu filizler çoktan büyüyüp sanat çınarı olma yolunda. Sadece Bursa’ya değil, dünyaya kazandırdıkları müzisyenler var. İlk söyleyebileceğimiz kişi ise oğulları Mehmet Ali Sanlıkol. Dünya tanıyor onu. Türkiye’yi Amerika’da en saygın şekilde temsil ediyor.
Kıbrıs’ın o karışık dönemini yaşamış kişiler olarak o yıllardan bahseder misiniz biraz?
Parkan Sanlıkol: 1955’de EOKA'nın kurulmasıyla birlikte ona mukabil Türk Mukavemet Teşkilatı'nın kurulması, karşılıklı sokak yürüyüşleri, arbedeler, kavgalar, yakmalar, yıkmaların olduğu, benim ortaokul okuduğum dönemlerime isabet ediyor.
1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. İki federatif devletti Kıbrıs. Bir kısmını yedi tane bakanla Rum’lar temsil ediyordu. Karma bir hükümetti. Reisicumhur, Papaz Makarios, onun yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’dü. Makarios veto etme hakkına sahipti. Dr. Küçük de öyleydi. Bunu çalıştırmadı Rumlar. Çalışmayınca, bir bahaneyle 1963’de "Kanlı Noel" olayı denen o noel arifesinde Türkleri katletmeye başladılar. Ben o hadiseyi yaşamadım. O çok gürültülü bir olaydı. Bir ölüm kalım meselesiydi. Benim yaşımdaki birçok genç, cepheye gitmiş vaziyetteydi. O sırada İstanbul Tıp Fakültesi’nde okuyordum. Türkleri Kıbrıs’ın belirli bir kesiminde, kantonal bölgelerde sıkıştırdılar ve de öldürdüler. O dönemde Fethiye oradaydı. Çok sıkıntıları, problemleri oldu.
Fethiye Sanlıkol: 1963 yılında, Türklere girişilen katliamın sonucu okullarımız hiçbir şekilde kullanılamıyordu. 1964 yılında, yani bir yıl sonra okumak için ağabeylerimin yanına, Türkiye'ye geldim. Ağabeylerim, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde okuyorlardı. Lise öğrenimimi, Ted Koleji'nde bitirdim. Daha sonra İngiltere’nin kraliyet müzik okulu sınavlarını vermek üzere Kıbrıs’a döndüm. Orada piyano sınavlarına hazırlandım. O dönemde biraz daha ortalık durulmuştu.
Kıbrıs'tan Türkiye'ye geliş döneminizdeki psikolojinizi merak ediyoruz. Epey zor olmalı. Türkiye'ye alışma sürecinizden bahseder misiniz?
Fethiye Sanlıkol: Okul çağında bizi büyüten emektarımız yanımızda bulundu. Aynı zamanda halamın kızları Ankara’da evliydiler. Onların da sürekli bizlerle iç içe olmaları, alışma sürecimi tabii ki çok kolaylaştırdı. Yine de psikolojik olarak muhakkak ki etkiledi beni bu durum. Küçücük bir yerden büyük bir şehre geldim. Kıbrıs’ta kış şartları Ankara’daki gibi sert değildi. Ankara çok soğuk bir şehir. Kışına alışmak oldukça zor. Türkiye’ye zor bir şehirden başladım.
Bursa’ya nasıl geldiniz peki?
Parkan Sanlıkol: 1969 yılında üniversiteyi bitirdim. Askerliğimi yaptıktan sonra Kıbrıs’a iş için müracaat ettim ama kadrolar çok az olduğu için iş bulamadım. İhtisasımı yaptıktan sonra Bursa’ya geldim. Çekirge Hastanesi o zamanlar yeni ve güzel bir hastaneydi. Orada fizik tedavi mütehassısı olarak görev yaptım. 1975’den itibaren Bursa’dayım. Hekimliğim devam ediyor.
Fethiye Sanlıkol: 1972 yılında evlilik nedeniyle Türkiye'ye döndüm ve İstanbul'da evlendim. 1975 yılında eşim Parkan Sanlıkol’un tayini nedeniyle Bursa’ya geldik. Geldiğimiz yılın üçüncü ayından sonra, Bursa'da piyano öğretmeni olmaması ve çevremizdeki insanların ısrarları sebebiyle piyano dersleri vermeye başladım.
Bursa'da öğretmenlik yapmaya nasıl başladınız?
Parkan Sanlıkol: Biz gelmeden evvel bir Türk’le evli Fransız bir hanım varmış. Bursa’da piyano derslerini o verirmiş. Entel tabakanın, sosyetenin, orta zenginlerin, zenginlerin evlatlarının ders alabileceği biriymiş. Müzik eğitimi veren hiçbir kurum yoktu o zamanlar çünkü. Fransız hanımın Türk eşi vefat edince bir süre piyano derslerine devam etmiş ve sonrasında bırakmış. Dolayısıyla Fethiye’ye müthiş bir hücum oldu. Bizim geldiğimiz dönem, çok kuru bir dönemdi. Doğru düzgün bu dersleri verecek bir öğretmen yoktu çünkü. O yüzden çok büyük bir izdiham vardı. Torpil istiyorlardı benden, ne olur Fethiye Hanım bizim çocuğa ders versin diye. O sıralar: "Kadıncağızın çoluğu çocuğu var, benim işim başımdan aşkın..."dı izahım.
Fethiye Sanlıkol: 1983-1984 yıllarında, Uludağ Üniversitesi kurulma aşamasındayken orada bir yıl görev yaptım. Sonrasında ayrıldım ve kendi verdiğim derslere devam ettim. İngiltere'deki Royal Akademi, burada anlaşarak sınavlar açmaya başladı. Ben de Royal Akademi’ye çocukları hazırlamaya başladım. Birçok ders verdiğim çocuk mezun oldu, olmayanlar da sertifika sahibi oldular. Öncesinde de müziğe yönelen çok az kişi oldu. Daha çok hobi olarak çalıştılar. Ama müziğe yön verenlerden bugün hakikaten iyi yerlerde ismini duyuran, tanınmış müzisyenler var. Başta oğlum Mehmet Ali Sanlıkol, Senem Ercan, Ender Akay…
Müziğe gönül vermiş kişiler olarak, Bursa’da müzik adına nasıl mücadeleler verdiniz?
Parkan Sanlıkol: Bursa Büyükşehir Belediyesi’nden Ekrem Barışık Beyefendiyle yardımlaşarak bir vakıfta çalıştık. Flarmoni Derneği kuruldu. Orada epey aktif rol oynadık. Bu aktif çalışma esnasında yaptığımız ilginç işler var. Bir tanesi halen Nilüfer Belediyesi’nde çalgı eğitim kursları. Bunu ilk kez Flarmoni’yle başlatmıştık. 120 kadar şehirden çocuğumuz orada eğitim alırdı. Ama biliyorsunuz, Kültürpark’ın binalarının yıkılması gündeme gelince oradan Flarmoni Derneği çıktı ve o güzel, kaliteli eğitimi sembolik rakamlarla, misyoner gibi 2,5 liraya eğitim veriyorduk. Daha sonra Nilüfer Belediyesi’ne Mustafa Bozbey gelmesiyle birlikte ona izah ettik bu durumu. O da eksik olmasın böyle şeylere yatkın bir adam olması nedeniyle Nilüfer Belediyesi’nde kuruldu. Yüzlerce çocuk oradan eğitim aldı. Çok güzel bir hadise. O işin fikir babası, kurucusu benim. Devamlı üniversitenin müzik bölümüyle iyi ilişkiler içerisindeyiz. Senfoninin kurulmasında, bizim de çorbada tuzumuz var.
O dönemlerde Bursa'da nasıl karşılandınız? Zor olmalı...
Parkan Sanlıkol: Konser vereceğimiz bir yer bile yoktu Bursa’da. İlk konserimizi Çelik Palas’ın pavyonunda verdik. Yer yoktu çünkü. Çok da nezih ve güzel olmuştu. Düşünün o zamanlar bakan ve milletvekilleri gelip katılmıştı konsere. Şimdi maalesef büyük konserlere bile gelmiyorlar. O zamanlar böyle bir açlık vardı. Bu yüzden de izdiham vardı. Bursa’da ilk defa mini konserlere o pavyonda başladık. Sonrasında Emin İlter Bey’in adama çevirdiği Galeri’de (Bursa Devlet Güzel Sanatlar Galerisi) konserlerini yaptılar. Şimdiki olduğu gibi ne Tayyare Kültür Merkezi vardı, ne de başka bir yer. O sıralar Tayyare Kültür Merkezi sinema salonuydu.
Fethiye Sanlıkol: İlginçtir ki İdil Biret geldi konser vermeye, arkadan da başkaları gelecek ama piyano çalmak için oturacakları sehpa yok. Bizim evden sehpa götürdük konserin olacağı salona. Birkaç kişinin de imzası vardır sehpanın altında.
Parkan Sanlıkol: O kadar kıtlıkların, eksikliklerin olmasına rağmen, o günün nüfusunun çok olmamasına rağmen, inanın tıklım tıklımdı konserler. İlgi vardı. Güzel bir atmosfer vardı. Ama bir de açlık vardı. Üniversitenin kurulmasıyla, özellikle Azeri hocaların da ders vermeye gelmesiyle birlikte iyice güçlendi müzik bölümü.
Zaman değişiyor, insanlar değişiyor, e tabi Bursa’da değişiyor. Eski Bursa’ya dair neler hatırlıyorsunuz?
Fethiye Sanlıkol: İzmir Yolu’nun alt kısımları, İhsaniye Bölgesi tamamen şeftali ağaçlarıyla kaplıydı. Biz bahçelere gittiğimiz zaman, bir şeftaliyi ikiye bölüp de yiyebilirdik. Tek şeftaliyi mümkün değil yiyemezdik.
Parkan Sanlıkol: Şehir trafiği diye bir şey yoktu. Arabanı istediğin yere park et, git. Çok bambaşkaydı Bursa.
Müzik sizin için ne ifade ediyor?
Fethiye Sanlıkol: “Hayatımın bir parçası” diyebilirim. Çocuklarla iç içe çalışmak çok güzel bir duygu. Onların o saf, temiz güzellikleri ile birlikte, çok güzel günler geçiriyorsunuz. Onlara bir şeyler öğretmek, bir yerlere geldikleri zaman onun tadına varmak çok güzel. Bir bakıyorsunuz, 5 yaşında aldığınız bir çocuk, 16 yaşına geldiği zaman çok güzel bir yere geliyor. Onlar insana mutluluk veriyor. Yaşlanmama rağmen ve dört yıldır yeni talebe almamama rağmen yine de azaltarak devam etmeye çalışıyorum. Müziği bırakamıyorum. Sonlandıramayacağım diye düşünüyorum. Sağlığım olduğu müddetçe devam edeceğim.
Sizin piyano öğretmeniniz kimdi?
Fethiye Sanlıkol: Hocam, Jale Derviş’ti. Kıbrıs’ta. O da İngiltere Kraliyet Okulu’nu bitirdi. Çok tatlı, munis bir insan. Beni çok güzel yetiştirdi.
Her müzisyen çaldığı aletle bütünleşir. Sizin piyanonuzla aranızda nasıl bir bağ var?
Fethiye Sanlıkol: Küçüklük piyanom şu anda burada. Ben o piyanomda ders veriyorum. Daha sonra aldığım piyanomu da keyifle çalabilirim belki ama eski piyanomla çok daha fazla bütünleşiyorum.
Hangi dönemin ruhunu taşıdığınızı düşünüyorsunuz? 90’lar, 80’ler, 60’lar ya da daha öncesi…
Fethiye Sanlıkol: Ben klasik müziğin, romantik dönemini daha çok beğeniyorum. Beni daha çok etkiler. Duygusal olduğum içindir belki de. Mesela Şopen’in valslerini, etütlerini çok severim.
Dünyada en çok hangi ülkede yaşamak istersiniz?
Fethiye Sanlıkol: Şu anda Türkiye benim için ideal bir ülke. Doğduğum yer olması ve aile yapımın da Kıbrıs’a daha yakın olması sebebiyle Kıbrıs’a çok yakınım ama yine de geleceği meçhul olduğu için şu an orada yaşamayı düşünemem. Dünyanın çok güzel ülkelerini gezdim, gördüm ama yaşamak için herhalde Türkiye derim.
Siz ilk piyano çalmaya başlarken kimi örnek aldınız Fethiye Hanım?
Fethiye Sanlıkol: Hep hocamı kendime örnek almışımdır. Sanatçı olma ruhu pek yoktu bende. Daha çok öğretmen olmalıyım diyordum. Öğretmen olarak çocuklara bir şeyler verebilmek, onları eğitip güzel yerlere getirebilmek isteği vardı bende. Zannediyorum ki onu da başardım. Onlara yaklaşımım hep tatlı sert olmuştur. Hiçbir zaman çok sert olmamışımdır.
Türk müziği hakkında neler söylemek istersiniz?
Fethiye Sanlıkol: Türk müziği konusunda çok iyi bir bilgiye sahip değilim açıkçası. Ama yine de ben küçücükken annemin ut çalan bir hanım olması sebebiyle Türk müzikleriyle büyüdüm. Kulağım dolgun. Söylüyorum da zaman zaman.
Oğlunuz sizi mi örnek aldı peki?
Fethiye Sanlıkol: Oğlumu da 17 yaşına kadar ben yetiştirdim. Daha sonra o caz yapmak istedi. Bu konuda bir bilgim olmadığı için, o yıl onu İstanbul’a gelen Aydın Esen Bey’e götürdüm ve ondan 6 ay ders aldı. Ondan sonra da Amerika’ya gitti. Onun eğitimi önce caz müziği ve bestecilik oldu. Ondan sonra doğu ve batı sentezini araştırıp, bunlar üzerine yoğunlaşmak istedi. Bu kez Türk müziği üzerinde çalışmalarına başladı. Bu arada da Osmanlıca öğrendi. Osmanlıcayı Harvard’da, Prof. Dr. Kemal Kafadar’la çalıştı. Bir yandan arşivlerden bilgiler edinip bir yandan da icracılık yapmaya başladılar. Bugün birçok müzik aleti çalıyor. Çalmadığı alet hiç yok diyebilirim.
Parkan Sanlıkol: Sıkı dur, sana bir bomba patlatıyorum. Bu oğlan bir eser yazdı. Berklee’de caz kompozisyon ve film müziği bölümünü bitirdi Mehmet Ali. Bu iki bölümü bitirdikten sonra Boston’daki New England Konservatuvarı’nda mastırını yaptı. Bu mastır esnasında mehter müziğini tanıttı oraya ve mehter müziği üzerine makaleler yazdı. Hatta şu anda da orada kurduğu bir mehter takımı var. Orada böyle bir orkestrası var. Otantik tarzda. Bunlar konser de veriyorlar Amerika’da. Yine devam ederken mastırı, “Ergenekon” adında bir eser yazdı. Bu eser, hem Türk müziği ezgileri, hem Türk müziği ritimleri, hem de batı müziği ezgi ve ritimleri içeren 35 dakikalık senfonik bir eserdi. O konsere biz de gittik Türkiye’den. Washington büyük elçimiz, Faruk Loğoğlu da o zamanlar oradaydı. O da iştirak etti. Türk Amerikan Birliği Kültür Heyeti de iştirak etti. Ergenekon Destanı’yla ilgili çok güzel bir konser oldu. Önce destanlarla ilgili Harvard Üniversitesi’nden ve New England Konservatuvarı’ndan katılan birkaç hocanın katıldığı bir panel yapıldı. Ergenekon Destanı’da anlatıldı bu panelde. Arkasından da bu müzik sunuldu. Gazeteler, Amerika’da çok güzel şeyler yazdı.
Şimdi Mehmet Ali orada bir vakıf kurdu. Derneğin adı “Dünya”. O Dünya Vakfı ile birçok konser yapıyorlar. Amerika’da Türk müziğini de tanıtıyorlar. Çok ilginç cd ve kasetler yaptılar.
Fethiye Sanlıkol: İlginç olan, Amerika’nın Boston Globe Gazetesi, yılsonundaki iz bırakanlar listesinin içinde, besteci olarak “Ergenekon” adlı eserle Mehmet Ali’nin ismini, Piyanist olarak da İdil Biret’i yazmış. Yani Türklerden iki kişi. Özellikle de kalın bir yazıyla, genç yaşındaki başarısını yazmışlar.
Müzik kültürünü tabana yaymak için neler yapıyorsunuz?
Parkan Sanlıkol: Projeler üretip, bu projeleri Yerel Gündem 21’lere veriyoruz. İnşallah, ümit ediyoruz ki yerel yönetimler de sıcak bakar bu işe ve böyle bir alt yapı oluşmasına yardımcı olurlar. Çünkü biliyorsunuz ki üniversitelerdeki eğitim kurumları bu işin eğitimini veriyorlar. Dolayısıyla halka müzik kültürü verilebilecek bir yer yok. Bu belediyelere ve yerel yönetimlere kalıyor. Çünkü, 40 yaşına gelmiş birinin, ben birazcık enstrüman eğitimi almak istiyorum deyip de üniversiteye gidip imtihana girecek hali yok. Bu yüzden, yerel yönetimin böyle bir çalgı eğitimi kurmasında büyük yarar var. Hem kendi kültürüne bir faydası oluyor, hem de şehrimizdeki müzik kurumlarına daha seviyesi yüksek eleman alınıyor. Dolayısıyla müzik kültür düzeyi de yükselmiş oluyor. O kurumlara, konservatuara, Zeki Müren Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’ne, eğitim fakültesine, daha kaliteli ve daha yetişkin insanlar getiriliyor. Ve bir de kendi kültürünüze barış da getiriyorsunuz. Düşünün binlerce çocuk enstrüman çalsa, o binlerce çocuktan daha sonra gruplar oluşacak. O grupların oluşması, o insanlara paylaşımı öğretecek. Daha zarif olacak insanlar. Daha bir estetik, zarafet gelecek. Çok önemli unsurlar bunlar.
O zaman yerel yönetimlere çok fazla görev düşüyor değil mi?
Çok enteresan örnekleri var. Atatürk’ün ilk kurduğu yüksekokul, Musiki Muallim Mektebi. Daha da geriye gidersek, yabancı ülkelerin birinde, adam 2. Dünya Savaşı’ndan çıkıyor, ilk kurduğu şey bando takımı. Müziğe o kadar önem veriyorlar. Demek ki bizim de müziği bırakmamamız gerekiyor. Bunun için de bir alt yapı oluşturmamız lazım.
Türkiye’nin geneline baktığımızda çok az dalda müzik eğitimi veriliyor. Bu, müzik aletlerinin yeterince tanınmadığından mı kaynaklanıyor?
Parkan Sanlıkol: Şu an, “Niçin bizim bir müzik aletleri müzemiz olmasın?” projesi üzerinde çalışıyoruz. Çünkü bugün müzik eğitimi yapan, üniversite bitirmiş birçok insana, viyolayı gösterip bu nedir diye sorduğumuzda; kemanın büyüğü ama nedir bilmiyorum diyorlar. Bu bir genel kültürdür. Genelinin bildikleri üç tane müzik aleti var; piyano, keman ve gitar. O kadar mı müzik aleti var? Bursa’da kaç tane akordeon çalan var? Yok, çok az. Kaç tane trompet çalan var? Kaç tane saksafon çalan var?... Bunun için süratle yerel yönetimlerin kendi bünyelerinde böyle şeyler kurmasında büyük yarar var. Bunun için de bir çaba var, inşallah muvaffak oluruz. Mademki bir Avrupa Birliği’ne girme çabası içerisindeyiz, bunu yaparsak bizi daha çabuk kabul ederler.
Sizin peki müzik aletlerine ilginiz nasıl peki Parkan Bey?
Parkan Sanlıkol: Ben de bu müze için gidip gezdiğim ülkelerden müzik aletleri getiriyorum. Evimde bir odamda saklıyorum hepsini. Çin’den aldığım zurna, Hindistan’dan aldığım zurna, Endonezya mandolini, Hindistan akordeonu, Amerikan pançosu, İngiltere gaydası, Fas tulumu, İngiliz tulumu… Bunları bedava sergileyeceğiz ama kafa yok. Bunlar şehrimizde sergilenmek üzere teklif bekliyor.
Yeni müziğe başlayacak olanların ailelerine ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Parkan Sanlıkol: Fethiye’nin en büyük tavsiyesi şudur; “Ezbere iş yapmayın!”. Yani kulağınızla nota gelişmez. Notayı bırakmasınlar. Dışarıdan benim gördüğüm o.
Fethiye Sanlıkol: Aileler genelde, çocuğumuz güzel şarkılar çalsın, güzel parçalar dinleyelim diye çocuklarını piyano dersine gönderirler. Çocuk temel eğitimini aldıktan sonra onu bilahare yapacaktır zaten. Acele etmesinler. Nota iyice öğrenildikten, deşifre edildikten sonra, temel eğitim oluştuktan sonra bu şekilde serbest çalışabilirler. Bir de eğer hakikaten ciddi bir piyano eğitimine yönelecekse çocuk, elektronik değil de direk konsol piyanoyla öğrenmeye başlasın. Tuşeleri o zaman çok daha iyi olur. Çünkü elektronik aletlere dokunduğunuz anda ses verdiği için çok hafif olur tuşları. O yüzden iyi değil.
Parkan Sanlıkol: Bir de o elektronik aletlerin üzerinde abuk sabuk eğlenme ritimleri vardır. Çocuk onlara yöneliyor ve ciddi eğitim yapmıyor. Yani bizim bu 33 yıl içerisinde tespit ettiğimiz olay budur. Ebeveynlerin, aman çok güzel alet deyip de aldıkları elektronik ve pahalı malzemelerle çalışan çocuklarının maalesef çok iyi olamadıklarını gördük. Biz hep çocuklara son 15 yıldır ısrarla diyoruz ki, zaten aralarında çok büyük bir fiyat farkı yok, konsol piyano alın. Hem evladiyelik, yani bir kültür, hem de böyle yapanlar daha muvaffakiyetli ve emin adımlarla ilerliyorlar. Biz hep söylüyoruz bunu ama bazıları yine kendi bildiğini okuyorlar.
Parkan Bey, sizin aynı zamanda Kıbrıs’ın fahri konsolosluğu göreviniz de var…
Parkan Sanlıkol: Evet, Kıbrıslı olmam sebebiyle bir Kıbrıs Fahri Konsolosluğu görevim de var. Kıbrıs’taki Ercan Havaalanı ile Bursa’daki Yenişehir Havaalanı arasında bir köprü oluşturmak istiyorum. Kıbrıs’ta okuyan birçok Bursa’dan talebe var, Kıbrıs’ta yaşayan birçok Bursalı var, Bursa’da yaşayan birçok Kıbrıslı var, ticari ilişkileri olan birçok insan var, gezi için gidecek ve gelecekler var, kültür faaliyetleri var... Üstelik Kıbrıs Lefkoşa, bizim Bursa’nın kardeş şehri. Bunu satılan biletlerden de tespit ettik ki böyle bir uçak konduğu takdirde zarar etmesi mümkün değil. Dolu dolu gidip gelecek.
Bursa’ya bir şans olmuşsunuz…
Parkan Sanlıkol: Bizim için de Bursa bir şanstı…
bursa.com’un notu: 6 yıl önce yayınlanan bu röportaj Nurcan Neslihan Karataban’ın bloğundan alınmıştır.